2x1architects

Official website of Ankara based architectural company which has been founded by Hakan Evkaya and Kutlu Bal.

AKIŞ-ZONE
AKSONOMETRIK
fonksiyon semasi
halic_2 – Foto
halic_4 – Foto
halic02_3 – Foto
halic02_5 – Foto
halic02_8 – Foto
halic_6 – Foto
halic03_14 – Foto
halic03_15 – Foto
halic03_12 – Foto
halic03_13 – Foto
halic03_11 – Foto
halic02_10 – Foto
halic02_9 – Foto

HALIC

İstanbul Senin, Haliç Kıyıları Tasarım Yarışması 3. Bölge : Eyüp-Silahtarağa

2.ÖDÜL

1- Kutlu İnanç Bal, Architect (Gazi University)
2- Hakan Evkaya, Architect (Gazi University)
3- Barış Ekmekçi, Landscape Architect (Ankara University)
4- Münire Sağat, Landscape Architect (Karadeniz Technical University)

Yardımcılar:

1- Yasemin Kılıç, Architect (Atılım University)
2- Serhat Çakır, Architect (Cyprus International University)
3- İpek Gönüllü, Architect (Gazi University)
4- Kıvanç Mutlu, Architect (Başkent University)

 

INFLUO    I      AKIŞ

 

Coğrafik açıdan nadir rastlanan bir fiziksel yapı olan Haliç, kentin uzunca bir süre dinlenme ve yeşil alanı olarak varlığını sürdürmüşken endüstriyelleşme ile beraber bu özelliğini yitirmiştir. Üretim için avantajlara sahip olduğundan bir sanayi işgali ile ele geçirilmiştir. Üretimde lojistiğin önemi ve taşımacılıkla ilişkilendirilmesi gereği; denizle ilişkilenebilen bu tür fiziksel oluşumların ele geçirilmesinin nedenleridir. Endüstri, dünyada çok kereler bu tür işgalleri yapmış ve sonuçları tabii ve kentsel sorunların üremesi şeklinde olmuştur. Süreç değişime, değişim gerekliliklere, gereklilikler ihtiyaçlara, ihtiyaçlar ise üretime neden olmuş. Ve bu paradoks kendini yeniden ve yeniden var etmeye devam etmiştir. Bu var ediş ihtiyacı olanı almaktan çekinmemiş ve içinde sayısız canlının yaşadığı florayı işgalde hiçbir engel ile karşılaşmamıştır. Bu durum öncelikle kıyılardaki bitki örtüsü ve organik yapının büyük oranda tahribine neden olmuştur. Bu tahribat sonucu tutunmayı beceremeyen toprak suya akmış ve çamur yoğunluğu artmıştır.

 

Haliç bahsi geçen bu işgalden çıkan yaralı bir bölgedir. Hızla pompalanan sanal ihtiyaçların kavurduğu üretim, endüstriyelleşmenin önemli bir ayağı olarak Haliç için de aynı senaryoyu film etmiş ve nadir rastlanan bu gezegen parçası çamura boğulmuştur. Sanayinin elinden kaçırılabilen ender bölgelerden birisi olan Haliç yeniden temizlenmeye başlamış ve üzerinde bulunan sanayi yapıları taşınmıştır. Bunun tek nedeni tabii ki ekolojik etmenler değildir. Bu alanın çevresindeki rantı ve değeri etkileyecek yapıya sahip bir vadi olarak kentin içine denizin enjekte edilmiş hali olmasındandır.

 

Biyolojik yapısı ve önemi dışında Haliç, yapısal olarak da enjekte edildiği kent aralığı boyunca su ile kent yüzeyinin maksimuma çıktığı bir aralık gibi davranmaktadır.  Çevresinde gelişen kentin bir anda önemli bir elementine dönüşmesi çok olağan bir sonuçtur. Ortaya çıkan bu yüzeyin büyük oranda kamusal alan olarak kente terk edilmesi ve insanların tamamına ait kılınması önemli bir amaçtır.

 

 

Biyolojik kirlenmenin tersine yöntemle düzeltilmesi yine biyolojik yöntemle olmalıdır. Biyolojik ortamın düzeltilmesinin yanında temizliğin kalıcılığı da bu alandaki çeşitliliğin kendi içindeki döngüyü tamamlayabilecek şekilde yeniden dizayn edilmesi ile mümkündür. Ortamın yeniden üretimine dair olan bu yarışmadaki en önemli unsur bu elementlerin kurgusu olmalıdır.  Bu bağlamda alana ait geliştirilen önerilerin önemli bir kısmı kamusal alanın sorgusu ve yönetimi dışında biyolojik ortamın ağır metal ve zehirli tabakadan arındırılması yönündedir.

 

1981 yılında Haliç sanayinin neden olduğu etkilerden arındırılmaya başlanmıştır. Ancak bunun için belirlenen yöntem mekanik olarak çamurun kurutulmasına ve sahadaki sanayi yapılarının taşınmasına yöneliktir. Bu yöntem sürdürülebilirlikten uzak ve maliyetlidir. Sanayi yapılarının bölgeden arındırılması önemli bir adım iken mekanik yöntemler ile temizleme metodu kısa süreli bir çözüm önerisidir.

 

Yönetici mekanizma yönetimde var olduğu süre içinde sonuçları görmek ister. Bu durum daha hızlı yöntemleri bu değil diğer tüm alanlarda ön plana çıkarmaktadır. Yönetim, kendini seçeni tatmin etmek zorundadır ve kimsenin sabrı yoktur. Nedenselliğin sadece seçen ve seçilenin ilişkisine dayandırılması ile gelişen tüm süreçlerde olduğu gibi bu süreç de etkisini kısa zamanda yitirecektir. Tüketmek üzere kalibre edilmiş toplumun bireyi yaşadığı kısacık zamanın farkında olduğu için bu durumu hiç yadsımaz tüm kararlarını “zaman” bir hayat sürecinin dilimlenmiş hali ile kendini gösterdiği için görecelidir. Kirletmek önemsizdir.

 

He ne kadar Haliç belirlenen yöntemlerle bir miktar arındırılmış olsa da gerçek bu durumdan biraz farklıdır. “Tamamen alt üst olmuş bir dünyada, doğru bir yanlışlık anıdır” , Guy Debord, alıntısı ile burada beliren doğruluğun bir yanlışlık üzerine kurulduğu söylenebilir. Oysaki olması gereken biyolojik metotların geliştirilmesi ve endemik türlerin desteklenmesidir. Kıyı bölgesinde kurgulanmış dev çimenliklerin doğallık ile kuşkusuz hiçbir alakası yoktur. Temizliğin, bir temizlik operasyonu değil bir organik floranın yeniden kurgusu gibi düşünülmesi gereklidir.

 

Tüm bunlar ışığında tasarım süreci “influo   I    Akış” kavramı altında ele alınmış ve bu kavrama dayandırılmış değişimin temel nedenselliği organik metodoloji üzerinden geliştirilmiştir. Projenin birçok noktasında üretilen alanlar, biyolojik çeşitliliği desteklemesi ve endemik ırkların yeniden var olması için gerekli koşulların oluşması adına tasarlanmıştır.

 

Bitkisel Strateji:

 

  • Bivalvia (Midye) Çiftlikleri;

 

Arsanın özellikle Bahariye Adaları’nın olduğu bölgesinde önerilen midye çiftlikleri ile sulak alan bitkilendirilmesi düşünülmüştür. “Vet Land” olarak tanımlanmış bu alan fitoremeditasyon ve oksijen seviyelerinin normalleşmesi adına “akış“ (dip ve yüzey) sağlamak üzere üretilmiştir. Yukarıda alıntılanan tezde de değinildiği gibi bu habitat suyun oksijen oranının yeniden yaşamı destekleyecek seviyelere çıkmasını sağlamaktır. Midye türlerinin birçoğu su içindeki organik ve inorganik temizliği yapmak üzere evrimleşmiş su organizmalarıdır. Bununla beraber önerilen alanlarda su yosunlarının ve özellikli alglerin önerilmesi ile suyun yaşamsal döngüye yeniden dahil edilmesi planlanmıştır.

 

Yaşam modellerinin tamamı bahsi geçen bu döngüsel durum üzerinden kurulabilir. Tüm modellemelerde döngünün tahribatı tüm eko sistemin çökmesine neden olmuştur. Bu alanda da tahribatın neden olduğu bu çöküşün önüne geçmek adına önerilen elementlerden ilki bu çiftlikler olacaktır.

 

Midye çiftliklerinin Bahariye Adaları ile kıyı arasındaki alanda kurgulanmasının önemli bir nedeni yayılmacı karakterdeki deniz kabuklusunun fiziksel olarak kontrol altında tutulabilmesidir. Bir bakıma önemli döngüsel görevi üstlenmiş olan bu kabukluların kontrol dışına çıkmaları da yine ekosisteme ait modelde istenmeyen bir durumdur.

 

Aynı zamanda Haliçte Bahariye adaları ile orjinleşmiş bir kuş habitatı yer almaktadır. Zengin çeşitliliği ile önemli denilebilecek bir tür zenginliği potansiyeli olan bu bölgede yaşamsal döngüye ait beslenmenin iyileştirilmesi adında da bu alan özellikle belirlenmiş bir midye çiftliği bölgesi olarak seçilmiştir.

 

 

**** RENDER

 

  • Fitoremediasyon ve Biyo-Sistem Havuzları;

 

Fitoremediasyon, bir yöntemdir. Bu yöntemin tüm bileşenleri ile döngüyü tamamlayacak şekilde oturtulması ve tüm tasarım kriterlerinin bu bağlamda gelişmesi gerekir. Fitoremediasyon mekanizması  dokuz alt başlıkla ele alınmış ve uygulama önerilmiştir.

 

  • Fitoekstraksiyon

Metallerin ve metalloidlerin neden olduğu kirlilik toprak, sediment ve çamurda birikmektedir. Öneri bitkisel doku, Hindistan hardalı, pennycress alyssum, ayçiçeği ve hibrit kavak ve ardıçtan oluşmaktadır. Özellikle kavak ve ardıç kökleri ile bahsi geçen bu kirleticileri yakalar ve büyük oranda dönüştürür. Dönüşemeyen metaller ve atıklar ise selülozik yapı içine hapsedilir.

 

  • Fitostabilizasyon:

Ağır metallerin neden olduğu kirlilik toksik maddeler ve atıklar halinde toprak yapısında ve çamurda birikir. Bu atıklar uzun süreler toprak yapısında kalacağı için kirlenme devamlı olarak sürecektir. Bu bağlamda atıkların dönüştürülmesi ve ayrıştırılması gereklidir. Önerilen bitkisel doku hibrit kavak, Hindistan hardalı ve çimdir.

 

  • Rizofiltrasyon:

Radyoaktif maddelerin neden olduğu kirlilik özellikle yer altı sularında birikir. Yer altı toprak yüzeyinde tutunan atık devamlı olarak kirliliğe neden olacağında bu atıkların paralize edilmesi ve dönüştürülmesi gereklidir. Önerilen bitkisel doku, Hindistan hardalı, ay çiçeği ve su sümbülüdür.

 

  • Rizodegredasyon:

Organik bileşiklerin neden olduğu bu kirlilik sonucu oluşan atıklar, toprak, çamur ve yer altı suyunda birikirler. Önerilen bitkisel doku, Kırmız dut, hibrit kavak, su kamışı, çeltik ve çimendir.

 

  • Fitodegredasyon:

Organik bileşikler, hidro klorinat çözücüler, fenoller ve herbisitlerin neden olduğu kirlilik toprak, yüzey suyu, yer altı suyu ve çamurda birikir. Önerilen bitkisel doku hibrit kavak, atonewort, alg, siyah söğüt ve servidir.

 

  • Fitovolatilizasyon:

Klorinat çözücüler, selenyum ve cıva gibi bazı inorganiklerin neden olduğu kirlilik toprak, sediment, çamur ve yeraltı suyunda birikir. Önerilen bitki dokusu kavak, yonca, siyah locust ve Hindistan hardalıdır.

 

  • Hidrolik kontrol:

Suda çözünen organik maddelerin ve bazı inorganiklerin neden olduğu kirlenmeler yüzey ve yeraltı suyunda birikir. Önerilen bitkisel doku hibrit kavaklar ve söğüt ağacıdır.

 

  • Vejetatif örtü:

Organik ve inorganik atıkların neden olduğu bozulma toprak bütünlüğünün bozulmasına ve toprak akıntısına neden olur. Bu bozulma toprak ve çamurda biriken kirlilikten kaynaklıdır. Önerilen bitki dokusu kavak ve çimendir.

 

  • Kıyı tampon şeritleri:

Suda çözünen organik ve inorganik bileşiklerin neden olduğu kirlilik yüzey ve yeraltı suyundaki birikir. Önerilen bitkisel doku kavaklardır.

 

 

Dokuz aşamalı fştoremedşasyon mekanizmasına ek olarak, Thlapsi (Çobandağarcığı), Urtica (ısırgan) ,Taraxacumofficinale (Karahindiba),  Chenopodium,  Polygonumsachalase  ve  Allyssim  gibi bitkilerde genel bitkisel öneri alanında stratejik olarak kurgulanacaktır.  Bu  hiperakümülatör  bitkiler kadmiyum, bakır, kuşun, nikel ve çinko gibi ağır metalleri bünyelerinde biriktirme yeteneklerine sahiptirler. Bu yüzden, söz konusu bitkilerin yetiştirilmesi kirlenmiş toprakların arıtılmasında organik bir metot olarak kabul edilmektedir. Bu türler karasal bitkiler olarak toprağın yüzey temizliği için kurgulanacaktır.

 

Tasarımın önemli bir elementi olan biyo-sistem havuzlarının asıl işlevi ise fitoremediasyonun bir türü olan zemin altı suyunun temizliğidir. Su mercimeği ve Thypha bitkileri ile zengileşmiş olan su öbekleri zemin altı suyun temizliği ve ıslahını yapmak üzere üretilecektir.

 

Fitomediasyonun bir türü olan “Fitovolatilizasyon” zemin altı suyun temizliğinde önemli bir organik kür gibi davranacaktır. Bu havuzların tasarlanma nedeni sanayinin neden olduğu atıkların özellikle yer altındaki sistemi bozmuş oluşudur. Biçimi düzeltmeye çalışmanın yüzeysel bir bakıştan bir işe yaramadığı aşikardır. Bu durum aslında halen Haliç’in yapısından anlaşılmaktadır. Bakış biçiminin değiştirilmesi ve sanayinin neden olduğu ağır metallerin toprak ve toprak altı sudan temizlenmesi dip akıntısının sağlıklı bir biçimde tekrar işlemesine neden olacaktır.

 

Bu “akış” dip hareketi ile oksijen oranının düzelmesine ve hatta sıcaklık dalgalanmalarının düzenli hale geçmesine neden olacaktır.

 

 

**** RENDER

 

**** ŞEMA

 

  • Endemik ırkların kullanımı ve yere ait bir peyzaj üretimi;

 

Kent ve doğanın bir arada var oluşu kent kuramının da önemli bir problemi olarak defalarca yeniden üretilmiştir. Parklar ve şekillendirilmiş yeşil kurguya indirgenmiş olan doğanın kentsel yorumu tüm diğer özdeşleri gibi bu alanda da etkisini göstermiş ve grafik tasarım ile üretilmiş sert zeminlerin ayırdığı boşluklar ırk olarak bölgeye ait olmayan yeşil dokunun zorlama entegrasyonu ile oluşturulmuştur. Genel anlamda bir arka bahçe tasarımı gibi üretilen bu yeşil alanların “doğallık” ile hiçbir ilgisi olmadığı gibi bakıma muhtaç ve tüketici türlerin doğal döngüyü baltaladığı ve bir yaşam döngüsü olarak ele alınan “akış” kavramının aksi bir oluşum olduğu açıkça ortadadır.

 

Bu durum sadece Haliç değil tüm kentsel boşlukların uygulanmasında karşımıza çıkan bir sorunsaldır. Doğal olma durumu ile yakından uzaktan bir ilgisi olmayan bu zorlama yeşil alan ve park üretimi uzun süreçte bakıldığında bilakis yapay bir yeşil üretimidir. Orman alanlarının işgali ve konut stokuna terkinin ardından aynı alanda kurgulanan yapay yeşil alanlar ironik olarak yüzeyin daha önceden sahip olduğu vahşi doğanın bir üretimi değil ıslah edilmiş birer süs öğelerinin kopyalanmasıdır.

Biçimsellikle üretilmiş olan bu yeşilin tıpkı tüm kentteki arka bahçeler gibi Haliç kıyılarında da tekrarı sıkça görülmektedir. Doğal olan ise üretilenin tam aksine endemik ve vahşi ırklara toprağın tekrar verilmesi ile mümkün olabilir.

 

Bu bağlamda gerek kara gerek su floralarının yeniden oluşturulmasında bu alana uygun endemik karakterler seçilmiştir. Daha vahşi ırklarla yaşamsal döngü modelinin daha doğru işleyeceği türler tercih edilmiştir.

 

  1. TARİHSEL VE SOSYOLOJİK SÜREÇ

 

Alıntı:

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisi İbrahim TAŞDEMİR

 

Osmanlılar kenti ele geçirdikten sonra ilk olarak yerleşme ve yapılaşmayı düzenlemişlerdir. Kısa sürede surlar onarılmış, saray ve kiliselerin yanına cami, külliye, han ve hamamlar eklenmiştir. 1453 öncesinde en çok 40-50 bin olan ve kentin alınışı sırasında daha da azalan nüfus, bilinçli bir iskân politikasıyla arttırılmıştır. Bu gelişmeler sur içiyle sınırlı kalmayıp çevre alanlara da yayılmıştır. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli yörelerinden getirilen Türkler Eyüp ve Üsküdar’a, Rumlar Balat ile Cibali arasına ve Galata’ya, Yahudiler Hasköy ile Balat arasına, Ermeniler de Samatya ile Kumkapı arasına yerleştirilmiştir. Yirmi beş yıl gibi kısa bir süre içinde kent nüfusu sur dışında yaşayanlarla birlikte 120 bini aşmıştır. Osmanlıların önem verdiği bir başka konu da Müslüman olmayan halkın dinsel etkinliklerini düzenlemek olmuştur. Kentin alınışından yedi ay sonra Ortodoks Kilisesi Osmanlı korumasına alınmıştır. Bu iskân politikası, cemaatlere göre düzenlenen işbölümü ve dinsel konulardaki esneklik, İstanbul’un daha sonraki yüzyıllarda iyice belirginleşen etnik mozaiğinin çekirdeğini oluşturmuştur. II. Mehmet döneminde kent alanı, Bizans döneminde yönetim ve ticaret için ayrılmış yerlerde gelişmiştir. Yerleşimin sur dışına taşmasına karşın, surların içinde kalan kesim İstanbul’un can damarı olmaya devam etmiştir. Sur dışına taşan yerleşimler Eyüp, Üsküdar, Anadolu Hisarı ve Rumeli Hisarı’ndaki Müslüman mahalleleriyle Boğaz’ın Avrupa kıyısındaki Rum köyleridir.

 

  1. ve 17. yüzyıllar İstanbul’un en parlak dönemleri olmuştur. Bu yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nin yükselişi başkente açıkça yansımıştır. Halkın büyük bölümü sur içinde barınmakla birlikte, kent Galata ve Pera, Üsküdar, Kadıköy ve Boğaziçi boyunca hızla yayılmıştır. Aksaray ile Topkapı çevresine ve Kocamustafapaşa’ya bu dönemde yerleşilmiştir. Galata, Eyüp ve Kasımpaşa yoğun yerleşme alanları olmuştur. Yeni kiliselerin yapılması ve elçiliklerin açılmasıyla Galata da kendi surlarının dışına taşarak Pera yönünde gelişmiştir.

 

  1. yüzyıl sonunda 800 bini bulan nüfusuyla İstanbul, Londra ve Paris gibi kentleri geride bırakmış, Ortadoğu ile Avrupa’nın en büyük kenti ve merkezi olmuştur. 18. yüzyıl, genel olarak Osmanlı Devleti’nin, özel olarak da İstanbul’un Batı’ya açıldığı dönem olmuştur. Bu dönemde kentin mimari yapısıyla halkın yaşamında yeni bir biçimlenme olmuş, mimaride klasik dönemin yerini Osmanlı baroğu almaya başlamıştır. Batılı yaşam biçimi özellikle, kent nüfusunun yüzde 40’ını oluşturan Müslüman olmayanların yaşadıkları kesimlerde benimsenmeye başlamış, Haliç, Lale Devri’nde İstanbul’un en önemli mesire yeri olarak önem kazanmıştır. Geleneksel yerleşme düzenindeki değişmenin ilk belirtileri 18. yüzyılda meydana gelmeye başlamıştır. Gerçek anlamda olmasa bile bir sayfiye yaşamı ortaya çıkmıştır. Kâğıthane’deki eski bostanlar; kasırlar ve bahçeler ile süslenmeye başlamış, Boğaz’ın eski münzevi köylerinde birbiri ardına yalı, köşk ve bahçeler kurulmuştur. Fakir balıkçı köyleri olan Yeniköy ve Tarabya zengin Rum armatörlerinin yalılarıyla süslenmeye başlamıştır.

 

**** BOSTANLAR

 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında kent nüfusunun artış hızı, Türkiye ortalamasının altında kalmış; bu durum İstanbul’un imarını olanaklı kılmıştır. 1930’larda Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden İstanbul’a çağrılan plancı ve mimarlar kent için çeşitli planlar hazırlamış, Henri Prost’un hazırladığı plan (1937), kentin sonraki mekânsal yapısı üzerinde belirleyici bir etki yapmıştır. Prost Planı’nın özelliklerinden biri, kenti İstanbul, Beyoğlu ve Üsküdar-Kadıköy olmak üzere üç ayrı bölümde ele almasıdır. Bu planın en önemli yanı, Haliç kıyılarını orta ve büyük sanayinin yerleşimine açması olmuştur. Plan doğrultusunda, Atatürk Köprüsü’nden Haliç’in kaynağına uzanan alanlara büyük sanayi, eski kentin Galata ve Atatürk köprüleri arasındaki kesimine ise hal, balıkhane ve toptan gıda maddeleri ticareti yapan işyerleri yerleşmiştir. Haliç’in yıllar boyu süren kirlenme süreci bu gelişmelerle başlamıştır.

 

Başkent olma işlevinin kalkmasıyla, eskiden yöneticilerin oturduğu ve kentin gözde semtlerinden olan Süleymaniye, Fatih, Beyazıt ve Şehzadebaşı gitgide önemini yitirmiştir. Bu semtlerdeki konaklar oda olarak kiraya verilmeye ya da yıkılmaya başlamıştır. Buna karşılık, 1930’larda üst gelir gruplarının yerleştiği Beyoğlu yakasının çekiciliği artmıştır. 1933’e gelindiğinde, tarihsel yarımadanın nüfusu 125 binken, Beyoğlu’nun nüfusu 150 bini aşmıştır.

 

1950-1960 Dönemi ARAZİ KULLANIMI

 

Bu dönemin en temel özelliği doğu batı yönünde banliyö hattı ve sahil şeridine, kuzeyde ise

Haliç ve Boğaz sahillerine paralel bir yapılaşma oluşumudur. Yapılaşmanın en yoğun olduğu ilçe %75 ile Fatih iken, Küçükçekmece, Pendik ve Ümraniye’de %1’in altındadır. Yapılaşma alanı olarak 12 milyon m2 ile Kadıköy ilk sıradayken, Bahçelievler 188 bin m2 ile son sırada yer almaktadır. Nüfus miktarına göre Fatih yaklaşık 300 bin ile yine başı çekmektedir, Bayrampaşa, Esenler ve Küçükçekmece ise o tarihte henüz kurulmadıklarından nüfus verilerine ulaşılamamıştır.

 

1950-1960 Dönemi DEMOGRAFİK YAPI

 

Tarih boyunca hemen her zaman göç alan İstanbul şehrinin cazibe merkezliği 1950’li yıllardan sonra daha çok artmıştır. 1950’den sonra ilk göç dalgasıyla gelenler, Prost’un planı doğrultusunda sur dışında ve Haliç çevresinde gelişen sanayi tesislerinin etrafında Zeytinburnu ve Kağıthane’de, ilk gecekondu mahallelerinin çekirdeklerini oluşturmuşlardır. Anadolu yakasında da Ankara Asfaltı (E5 Karayolu ) üzerindeki sanayi kuruluşları çevresinde gecekondulaşma başlamıştır.

 

SANAYİ

 

19.yüzyılda İstanbul’un sanayi bölgelerinin belirlenmesi, şehrin tarihi gelişiminin bir sonucudur. Eminönü ve Fatih’te bulunan sanayi, İstanbul limanının Sirkeci ile Balat arasındaki yerleşmesine paralel olarak gelişmiş; Fatih’in Kasımpaşa’da kurduğu tersane ile Haliç’te sanayi yerleşmeye başlamıştır. 1828’de Eyüp’te bir halat fabrikası ve Feshane kurulmuştur. II.Mahmud döneminde tersanede buharlı gemiler inşa edilmiştir.

 

Cumhuriyet’ten sonra şehrin planlı olarak büyümesinin gerekliliği daha iyi anlaşıldığı için,

1937’de önce Prost tarafından yapılan nazım planda, şehrin 19.yy. gösterdiği gelişme eğilimleri bir düzene sokulmaya çalışılmış ve tarihi çekirdeğin bazı sınırlandırılmalara tabi tutulmasına ve sıhhileştirilmesine çalışılmıştır. Bu planda sanayi için bir alan ayrılmamış, ancak raporlarda sanayinin surlardan 500m’lik bir tecrit sahasından sonra kurulabileceğinin belirtilmesi üzerine 1937’den 1954’e kadar surlar ve tecrit sahası dışında sanayi yerleşmiştir. 1937’de tamamlanan planda “Haliç boyunca uzanan sanayi, yolun güney dilimidir” şeklinde bir ifade vardır. Buradan Haliç çevresindeki sanayinin Haliç kenarında yerleşebileceği ifadesi çıkmaktadır.

 

  • Akış:

 

Üst fikir olarak belirlenmiş “influo” daha eski latince kökü olan “influut” kavramının, değişim ve akışı barındıran bir nesne olarak biyolojik iyileştirme sürecinde, biçimsel olarak alınan kararlarda ve nihayetinde kentsel kuramın oluşturulmasında aynı biçem ile kendini var etmesi ana kararlardan birisidir. Yukarıda yapılan okumalardan “TARİHİ SÜREÇ İÇERİSİNDE KIYI ALANLARININ KAMUSAL KULLANIMINA KENTSEL TASARIM YAKLAŞIMLARI“ (Kıymet Pınar KIRKIK) tezinin son bölümündeki tespitlerden en önemli olanı “Yaya akışkanlığı kıyı sahil yollarıyla çözümlenmeye çalışılsa da köprü ve karayolları ile sürekliliğin yaya ölçeğinde rahat sağlanamadığı” maddesidir.

 

Haliç hali hazırdaki durumu itibari ile yaya ulaşımının akmadığı hatta şiddetli sınırlar ile kesintilerin olduğu bir kıyı bölgesi olarak dönüşmüştür. Her ne kadar daha önceki bölümde Haliç’in iyileştirilmesine yönelik kararların kent açısından önemini vurgulasak ve bu konuda çözümler üretsek de Haliç kente ait olamadığı sürece varlığını sürdüremez. İyileştirilen bir habitat üretimi tek başına sürdürülebilir değildir.

 

Buradaki vurgu aidiyet üzerinden Haliç’in kent insanlarına terk edilmesi olarak anlaşılmamalıdır. “Doğal yaşam” insana hizmet etmek üzere asla indirgemeci bir yaklaşıma dönüştürülmemelidir. Burada anlatılmak istenen kamusal olarak var edilen yüzeylerin kamu ile beraber varlığını sürdürebilmesi ve kendini de zaman içinde yeniden ve yeniden var edebilmesidir. Turistik ve gezi söylemlerinin dışında iki taraflı simbiyotik sürecin sağlıklı işlemesidir.

 

İnsan kenti yaratır ve yaşar. Kent bir bakıma yer küreden bir bölümü işgal ediyor olabilir ancak bir süre sonra birliktelik oluşmalıdır. Olmadığı durumda ne kent yaşamına devam edebilir ne de yer var olabilir.

 

Haliç’in şu andaki durumu tam olarak kıyı yüzeyinin parklara ve spor alanlarına dönüştürülmesi ve bu dönüşüm sırasında bütünlüğün tamamen kaybedilmesi şeklindedir. Kıyı sürekliliği maalesef tamamen kaybolmuş ve yürüme ölçeği yitirilmiştir. “Akış” kavramının bu bağlamda yüzeye entegrasyonu asla tek yönlü düşünülmemiş aksine çok yönlülük dikkate alınmıştır. Kıyı boyunca paralel süreklilik doğru yeşil dokunun üretimi ve kentsel kamusal elemanlar ile üretilerek yürüme ölçeği yeniden yakalanmaya çalışılmış. Kıyıya dik bağlantılar yeniden ele alınarak vurgu arttırılmıştır. Amaç Haliç’in kent, kentin Haliç ile birlikteliğidir. “Akış” çok yönlü ve gelişebilir olmalıdır.

 

“Akış” kavramı bütüne bakıldığında biçim olarak da ortaya çıkarılmaya çalışılmış ve her bağlantı yeniden ele alınmıştır. Tramvay hattının sürekliliği ve akışa katkısı kullanılmış kimi zaman akışla beraber hareket eden kent aracı tasarıma dahil edilmiştir.

 

  • Meydanlar ve Bağlantılar:

 

Meydanların yeniden ele alınması ve özellikle düğüm noktalarda kendilerini ortaya çıkarmaları akış için önemli birer eleman olarak var olmalarını sağlamaktadır.

 

  • Eyüp Sultan Meydanı bu bağlamda yeniden ele alınmış ve teleferik yapısı ile beraber arsanın güneyinde bulunan tramvay teleferik hattı ile ilişkilendirilmiştir. Bu meydan arsanın en güneyindeki ilk düğüm noktasıdır. “Akış” ın (şu an için) başlangıcı gibi davranmaktadır.

Bu bağlamda Eyüp Sultan Meydanı ile Silahtarağa Caddesi arasında kalan sokak ve kaldırımların dili değiştirilmiş, trafik yavaşlatılmış ya da baypas edilmiştir. Böylece ulaşımın önemli iki aracı olan Pier Loti teleferiği ve tramvay ilk durağı bir bütünlük ile ele alınmış ve bir meydan kurgusu üretilmiştir.

  • Basmacı Abdi Efendi Sokağı’nın devamı ve Eyüp Sultan Hastanesi’nin kıyı ile direk ilişkisinin kurulabilmesi adına yaya akışı kurgulanmıştır. Bu bağlamda arazinin uygun olması ve kotların yerinde doğru aralıkta olması sebebiyle üst bağlantı yolları kurulmuştur. Silahtarağa Caddesi, tramvay hattı ve önerilen Haliç kıyı düzenlemesi ile doğrudan ilişkilendirilmiş olan bu alan yaya akışı açısından yüksek potansiyelinden kaynaklı önemli bir bağlantıdır.
  • Silahtarağa Meydanı (Pazar Yeri), Karadeniz Caddesi’nin Silahtarağa Caddesi ile kesişim noktası önemli bir arterin uzantısı olduğundan dolayı bu meydan yeniden yorumlanmış ve kentsel düğüm noktalarından birisi olarak Haliç ile ilişkilendirilmiştir.
  • Mevcut nikah Eyüp Sultan Belediyesi Nikah Salonu yapısı iyi bir niyet ile Silahtarağa Caddesi ile Haliç bağlantısı kuracak şekilde kotu örgütlemiş bir yapıdır. Ancak bu iyi niyet işletme sırasında algılanamayıp bu geçiş yaya engelleyiciler ile kapatılmıştır. Bu bağlamda bu yapının bağlantı gücünü kazanması ve asarlandığı işlevi yerine getirebilmesi adına güçlü bir üst köprü bağlantısı ile önerilen Haliç’in atölyeler bölgesi ile bağlanmıştır. Bu durumun Nikah Salonu yapısının üst kotta bir meydan gibi çalışacağı ön görülmüştür.
  • Alanın Kuzeyinde tasarlanan kayık meydanı, 18. Yüz yıllara kadar uzanan deniz ulaşımının bir uzantısı olan kayık kullanımı ile beraber, kano kullanımının da alanda belirginleşmesi adına üretilmiş bir meydandır.

 

 

**** VAZİYET

 

  • Çömlek Atölyeleri:

 

Çömlek atölye yapıları kurgu içinde önemli bir yerdedir. Bunun nedeni etraflıca değinilen çamur kullanımının enginleştirilmesidir. Bu alanda daha önce çömlek üretimi yapılmış ancak daha sonra bu üretim yok olmaya yüz tutmuştur. Tasarımın başlıca açılımlarından birisi olan Haliç’in barındırdıklarının yeniden ortaya çıkarılması düşüncesi ile üretilen bu yapılar Haliç’ten çıkarılan çamuru işleyerek çömlek üretimi yapmayı teşvik edecektir. Her ne kadar doğa organik örüntü içinde çamur uygunsuz bir seviyede olsa da çömlek üretimi adına kaliteli sayılabilecek bir balçıktır.

 

Bu bağlamda üretimin ön plana çıkarıldığı bu çömlekçilik eylemi Haliçten elde edilen çamur ile bu işlevi yerine getireceğinden hem artık madde dönüşümünü sağlayacak hem de üretilen çömlekler Haliç için bir gelir kaynağına dönüştürülecektir.

 

  • Kıyı Bostanları:

 

Kıyının bir bölümünde önerilmiş olan bostanlar yine bu alanda 18 ve 19. yy da gördüğümüz bir eylemin yeniden yorumudur. Haliç bostanları sanayi ile beraber varlıklarını sürdüremedikleri için yok olmuşlardır. Ancak şu an temizleme çalışmalarının sürdürülmesi ve yeni arayış ve önerilerin gündeme gelmesi ile beraber sanayinin yok ettiği bu eylemi yeniden alanda var etmek bu alanın tarihsel süreci ile beraber bir diyeti gibi değerlendirilmiştir.

 

Bu bağlamda kurgulanan bostanlarda hem üretim hem de satış yapılması ön görülmüştür: